EMDR Nedir?

Son yıllarda geliştirilen özgül psikoterapi tekniklerinden biri de kısaca EMDR olarak adlandırılan ve travmatik yaşantılarla ilgili genellikle olumsuz duygu ve düşünceleri zihinde yeniden işlemden geçirmeye dayanan bir yöntemdir. Göz Hareketleri Eşliğinde Duyarsızlaştırma ve Yeniden Proses Etme adını taşıyan bu teknik kısaca Ingilizce adının baş harfleri (Eye Movement Desensitization and Reprocessing) ile anılmaktadır. Kaliforniyalı bir psikolog olan Francine Shapiro tafarından 1987 yılından bu yana geliştirilmiştir.
Halen bir çok ülkede binlerce terapist tarafından başarı ile kullanılmaktadır. Bu standart yöntem, travmatik yaşantılara uğrama sonucunda genellikle bellekte dağınık bir biçimde kalan anıları birleştirme, gözden geçirme ve kişinin kendine verdiği değer duygusundaki azalmayı yeniden zihin süzgeçinden geçirme olanağını veren bir yaklaşımdır. Bu teknik psikodinamik ve davranışsal yöntemleri özgün biçimde birlikte kullanmaktadır. Ancak tüm bu yöntemlerden daha hızlı biçimde olumlu sonuç alınabilmektedir.
EMDR sırasında beynin bilateral olarak uyarılmasının niçin psikoterapiyi kolaylaştırdığı tam olarak bilinmemektedir. Ancak, tedavide asıl etkiyi yapanın göz hareketlerinden çok uygulanan görüşme protokolü olduğu düşünülebilir. Bilateral uyartının işlemi kolaylaştırıcı, inhibisyonları ve anksiyeteyi azaltıcı etkileri olduğu gözlenmektedir.
Günümüze dek EMDR nin etkinliği konusunda 13 tane kontrollü çalışma yapılmış ve travma sonrası stres bozukluklarında etkili bir yöntem olduğu anlaşılmıştır (1). 61 kontrollü tedavi çalışmasının incelendiği bir metaanaliz çalışmasında (2) 6 değişik teknik arasında EMDR ve davranış tedavisi eşit derecede etkili bulunmuş, fakat EMDR nin daha kısa sürede aynı tedavi sonucuna ulaştığı saptanmıştır.

Kimlere Uygulanır?

Travmatik yaşam deneyimlerine bağlı ruhsal bozukluklarda endikedir. Ancak bir ruhsal bozukluğun travmatik kökeni olup olmadığının saptanması konunun uzmanı olmayan için kolay değildir. Travma sonrası stres bozukluğu gibi açık ve tipik durumlar dışında bir çok kişi bu gibi yaşam deneyimlerini yol açtığı sıkıntı, utanç, suçluluk duygusu ve psikiyatristten çekinme gibi nedenlerle anlatmaktan kaçınır. Ya da onların travmatik deneyimler olarak iç dünyasında yarattığı etkinin tam olarak farkında değildir.
Onun yerine klinik tabloya tedaviye dirençli depresyon, sınırda kişilik bozukluğu belirtileri, dissosiyatif bozukluk,bsomatizasyon, konversiyon bozukluğu, fobik bozukluk, panik nöbetleri,yeme bozukluğu, madde bağımlılığı, narsistik kişilik özellikleri, bağımlı kişilik özellikleri gibi çok çeşitli sendromlar egemen olur. Kimi zaman ise hipertansiyon, deri hastalıkları, kolit gibi psikosomatik hastalıklar ortaya çıkar. Ancak bu tabloların arkasında travma kökeninin belirlenmesi özgül psikoterapiyi olanaklı kılar.
Travmatik etken uzun yıllar önce gerçekleşmiş olabileceği gibi EMDR son bir kaç ay içersinde gerçekleşmiş olaylar nedeni ile koruyucu olarak da kullanılabilir.
Bazı durumlarda EMDR uygulanmaz. Akut psikotik bozukluklar, organik beyin sendromu bunlar arasındadır. Hastanın travmatik olaylarla ilgili duygularına tahammül edemeyecek kadar zayıf ve instabil olması halinde de EMDR uygulanmaz. Heyecanlanmanın olumsuz etkisi nedeniyle instabil koroner kalb hastalığı, dekompanse hipertansiyon gibi durumlar sorun yaratabilir. Dekolman tehdidi gibi bazı göz hastalıklarında ardısıra göz hareketleri yapılması sakıncalı olabilir; ancak bu gibi kişilerde EMDR dokunsal ya da işitsel uyartılar kullanılarak yürütülebilir.

Travmatik Yaşantılar Nelerdir?

Bu gibi durumlar erişkinlik yaşamında karşılaşılan tekil olaylar olabileceği gibi (koca dayağı, aşağılanma, trafik kazası, deprem, fiziksel hastalık geçirme, savaş koşullarında bulunma vb.) daha karmaşık travmatik olaylar da olabilir: Çocukluk çağında dövülme, aşağılanma, cinsel tacize maruz kalma, ana baba arası geçimsizliğe tanık olma, anne ya da babanın hastalığına tanık olma gibi. Travmatik olayı kısa süre önce geçirmiş kişilerde de koruyucu amaçla kullanılabilir. Kişinin geçmişindeki travmatik olayların farkedilebilmesi için psikiyatristin bu gibi bilgileri dinlemeye açık olduğunu belli etmesi önemlidir.
Çoğu kişi utanma, psikiyatristin katı muamelesinden çekinme, anlayış görmeyeceğini düşünme ya da yeniden travmatize olmaktan korkma gibi nedenlerle bu bilgileri ilk aşamada vermeyebilmektedir. Ancak psikiyatriste düzenli devam edildiğinde ve sabırla beklendiğinde hastanın güven duymaya başlamasına koşut olarak tedavide yararlı olabilecek bu gibi bilgiler paylaşılabilmektedir.

Uygulama Nasıl Yapılmaktadır?

Çalışma genellikle 5-10 görüşme sürmektedir. Ancak 1-2 görüşme ile çarpıcı derecede iyi sonuçlar alındığı dahi görülmektedir. Tedavi sekiz evreden oluşur: Anamnez alma ve tedavinin planlanması, hastanın stabilize edilmesi ve hazırlanması, travmanın değerlendirilmesi, duyarsızlaştırma ve proses etme, olumlu düşünceyi pekiştirme, bedendeki duyuların gözden geçirilmesi, kapanış, ve kontrol muayeneleri. Bu sekiz evrenin hepsi yapılmadığında tedavi eksik kalabilir.

Doğum Sonrası Depresyon

Gebelik dönemi kadın yaşamında fizyolojik, ruhsal ve sosyal değişimlerin yaşandığı ve bu de- ğişimlere uyumu gerektiren önemli bir süreçtir. Doğum öncesinde ve sonrasında meydana gelen değişiklikler, gebenin çeşitli problemler yaşa- masına ve sağlığının bozulmasına neden olabilir. Gebeliğin kadını geriye dönüşümsüz olarak etki- leyebileceği ve kalıcı ruhsal değişiklikler yapacağı bilinmektedir. Gebelikte, evlilik ilişkilerinde de- ğişmeler, yeni sorumlulukların kazanılması, sosyal ve ekonomik sıkıntılar, doğum ve bebeğin bakımı ile ilgili pek çok sorun yaşanabilir. Bu sorunlar be- raberinde ağır bir yük ve stres oluşturur (Okanlı ve ark. 2003). Depresyon, hafif ya da ağır düzey- de, hamilelikte en sık görülen ruhsal bozukluktur (Yıldız ve Ünal 1996). Psikiyatrik hastalanma ve depresyon oranlarının hemen doğumu izleyen dö- nemde arttığına ilişkin yaygın kanı, özellikle son 20 yılda konu ile ilgili yapılan çalışmalarca da desteklenmiştir. Komplikasyonsuz doğumları iz- leyen ilk üç ay içinde ve bazılarına göre ilk iki yıl içinde, kadınların psikiyatrik nedenli hastane başvurularında belirgin bir artış olmaktadır (Kısa ve Yıldırım 2004). Bu yatkınlığın, sık rastlanan bir hüzün halinden başlayarak, psikotik özellikli bir depresyonun hızlı başlangıçlı ve renkli belirtili biçimlerine kadar değişebilen farklı klinik görü- nümleri tanımlanmıştır (Kırpınar ve Özer 1995). Doğumdan hemen sonraki emzirme dönemi ve be- beğin bir yaşına kadar olan zaman dilimi, doğum sonrası dönem olarak psikiyatrik tabloların görü- lebildiği önemli bir dönemdir (Yıldırım ve ark. 2004). Geriye dönük epidemiyolojik taramalar cid- di ruhsal hastalıkların ortaya çıkması bakımından, doğum sonrası dönemin gebelik dönemine kıyasla üç veya dört kez daha riskli olduğunu ortaya koy- maktadır (Deveci 2003). Yeni bir bebeğin dünyaya gelmesi genellikle olumlu ve doyurucu bir yaşantı olsa da, annelerin bir kısmı için bazı duygusal so- runlar ortaya çıkar. Bunlardan en sık görüleni ve zorlayıcı olanı da depresyondur. Doğum sonrası depresyon, birkaç değişik şekilde ortaya çıkabilir. Bunlardan birisi erken dönemde ortaya çıkan ve kısa sürede iyileşen annelik hüznü, diğeri ise daha geç ortaya çıkan, daha uzun süren ve daha ciddi bir durum olan doğum sonrası depresyondur. Yapılan pek çok çalışmada, doğum sonrası depresyon yay- gınlığı %10-15 arasında bildirilmiştir (Danacı ve ark. 2000). Doğum sonrası depresyon, DSM-IV’de Duygudurum Bozuklukları içinde yer almakta ve “postpartum başlangıç belirleyicisi” ile tanımlan-
maktadır (Amerikan Psikiyatri Birliği 1994). Do- ğumla ilgili diğer psikiyatrik tablolara göre belirti- lerin daha geç dönemde ortaya çıkması ve bir çok kadının mutlu olmaları gerektiğine inandıkları bir dönemde çökkün duygular taşıdıklarından dolayı suçluluk duymaları nedeniyle belirtilerini sakla- maları, doğum sonrası depresyonun kolaylıkla gözden kaçabilmesine neden olmaktadır. Doğum sonrası dönemde annede ortaya çıkan depresyon, annenin, çocuğun ve ailenin çeşitli güçlükler ya- şamasına neden olmakta anne ile çocuk arasında kurulan ilişkiyi, annenin bebek bakımı ve ebeveyn rolünü öğrenmesini etkileyebilmektedir (Sünter ve ark. 2002, Danacı ve ark. 2002). Doğum sonrası depresyonun saptanmasının en önemli amaçların- dan biri, tedavi edilmemiş depresyonu olan anne- lerin çocuğun gelişimini olumsuz yönde etkileme- sini önlemektir (Çeber ve ark. 2002).

Vajinusmus

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu

Alt Islatma

Kaka Kaçırma

Uyku Bozukluğu

Huzursuz Bacak Sendromu

Duygudurum Bozukluğu

Panik Bozukluğu